11 Ağustos 2018 Cumartesi

Aslan Kız | Kitap Yorumu

Vay Aslanım Benim

Dışlanmışlık benim en çok tattığım ve artık neredeyse yadırgamadığım bir duygu. Dolayısıyla bu kitap bir kitap fuarında bu duygum üzerine oynanarak ve fiyat da yarısının altına düşürülerek bana çok kolay kakalandı. Başlık yüzünden benim kalpsiz bir hıyar olduğumu düşünebilirsiniz ama yaşadığım hayal kırıklığını ancak böyle bir ironiyle anlatabilirdim.


Orijinal Adı: Løvekvinnen
Yazarı: Erik Fosnes-Hansen
Çevirmen: Misten İçyüz
Yayınevi: Agapi

Genetik bir bozuklukla dünyaya gelen Eva, babası dâhil, çevresindeki herkesi büyük bir şaşkınlığa uğratır. Onun bu görüntüsünü kabullenmek insanlar için hiç de kolay değildir. Ancak Eva hayata tutunmaya, varlığının sadece dış görüntüsünden ibaret olmadığını onlara ispatlamaya kararlıdır. 

Erik Fosnes Hansen, dışlanmış bir insanı büyük bir duyarlılıkla ve etkileyici, şiirsel bir güçle, öyle bir anlatıyor ki, roman bir anda görüntülere ve hislere dönüşüyor. 



Başta da bahsettiğim gibi dışlanmışlık benim yakından tanıdığım bir duygu ve biraz da zayıf noktam. Fuarda stand görevlisi bana başkahraman Eva'nın yaşadıklarından üstünkörü bahsedince ben de bu kitabı merak ettim ve Eva'nın hikayesini öğrenmek istedim. 

Kitabı genel olarak sevmememe rağmen Eva'nın toplumdan dışlanmasının güzel anlatıldığını düşünüyorum. Hele bebekliğinin ve çocukluğunun anlatıldığı kısımlarda kolayca ''Evet, ben bu kitabı sevdim.'' diyebilirdim. Ama konu ergenliğine gelince işler değişti. Buna birazdan değineceğim.

Kitap hangi dilden çevrilmiş bilmiyorum, hikaye İskandinav ülkelerinden birinde geçiyor gibi geldi ama bana. Genelde Amerikan, İngiliz ve Türk edebiyatından kitaplar okumuş olduğum için kitaptaki kültür farklı geldi ve pek benimseyemedim. Tabii ne kadar çok kültür tanırsak o kadar iyidir fakat daha güzel aktarılabileceğini düşünüyorum. Farkın ne olduğunu bilmiyorum ama bir şey farklıydı ve iyi anlamda değil. Hani tadına alışık olduğunuz bir yemeği başka biri yapar da tadı farklı gelir ancak farkın tam olarak ne olduğunu anlayamazsınız ya, işte aynen öyle. Ben de bu farkın nedenini yabancısı olduğum bir kültüre bağlayabildim. 

Kitapta beni en çok rahatsız eden şeylerden biri de dağınık bir olay akışının olmasıydı. Kronolojik sıralanmış ama rastgele olaylar anlatılmış gibiydi. Hatta bazen kız kendi ağzından anlatıyordu bazen de üçüncü kişili anlatıma geçiliyordu ve çoğu zaman bunlar aynı bölüm içerisinde aynı yazı tipiyle oluyordu. Konuların bir bütün içerisinde olmaması ve bakış açısının sık sık değişmesi kitaba odaklanmamı zorlaştırdı. Hele son birkaç bölümde ne oluyor ne bitiyor neden oluyor bu insanlar neden bunu yapıyor vs pek bir şey anlamadım. Tabii belki de ben aşırı salağımdır ama bunları anlamayacak kadar olduğumu da sanmıyorum.

Rahatsız olduğum son konu ise ''o sahneler''in gereksiz olmasıydı. Hani kız birinden hoşlanır, tamam kesinlikle bunu kabul ederiz. O oğlan da hafif hafif ilgi gösterir, karnımızda kelebekler uçuşmaya başlar. Sonra aralarına kız girer, bam, sinir krizleri. Ana konusu başkalarından farklı görünen bir kızın dışlanması olan bir kitap için fazla ayrıntılı ve gereksiz ''o sahneler''e sahipti bence.

Açık açık söylemek gerekirse; ben bu kitabı pek beğenmedim. Bitirmek için kendimi zorlamam gerekti. Ama ana konusunu ve bazı karakterlerini sevdiğim için 1 de vermek istemiyorum.



Bir de bu kitabın filmi çekilmiş ama ben hiç duymamıştım. O filmden birkaç fotoğraf koyayım:






Bu yazımı da burada bitiriyorum. Sevdiğim ve sevmediğim kısımları anlattım. Okuyup okumamak size kalmış. Umarım yararlı olabilmişimdir. Kendinize iyi bakın ve mutlu kalın. 

get out goodbye GIF by #Impastor


-E. N. Falconson

8 Temmuz 2016 Cuma

Efsane | Kitap Yorumu

Yeni dönem ''efsane''leri...

Efsane serisi de ben hariç neredeyse tüm kitapseverlerin okumuş olduğu ve çok beğendiği bir seriydi. Hal böyle olunca dedim ki ''Ben de bir okuyayım, bakalım neymiş bu Efsane?''


Orijinal Adı: Legend
Yazarı: Marie Lu
Çevirmen: Sefa Emre İlikli
Yayınevi: Pegasus

Gerçek, Efsane'ye dönüşecek
Bir zamanlar Amerika Birleşik Devletleri'nin batı kıyısı olarak bilinen yerde şimdi Cumhuriyet adında, komşularıyla sürekli savaşan bir ülke vardır. 
Cumhuriyet'in seçkin sınıfından gelen on beş yaşındaki üstün yetenekli June, askerî bir dehaya sahiptir. İtaatkâr, hırslı ve kendini ülkesine adamış bu genç kız onun uğruna her şeyi yapmaya hazırdır. 
Fakir bir aileden gelen on beş yaşındaki Day ise ülkenin en çok aranan suçlusu ve bir devlet düşmanıdır. 
Kendisi gibi asker olan ağabeyi Metias öldürülünce June, Day'in peşine düşer. İnandıkları şeyler uğruna savaşan bu iki gencin kesişen yolları, onları Cumhuriyet'in karanlık sırlarına götürecektir.

*Direkt yoruma geçmeden önce resim için bir açıklama yapacağım. Kitabın ülkemizdeki kapağını koymayı isterdim ancak istediğim kalitede bulamayınca orijinal kapağını koymak zorunda kaldım. Zaten ülkemizde de tasarımı aynı olduğu için sorun olmaz diye düşündüm.



Kitaba girişte de bahsettiğim gibi büyük beklentilerle başladım. O kadar kişi beğendiğine göre bir şey olmalı bu kitapta dedim. Ama üzülerek söylüyorum ki beklentimi hiç karşılamadı. Kitaba berbat, kötü vb. mi diyorum? Hayır, orası size kalmış. Şimdi neden beklentimi karşılamadığından bahsedeceğim.

Bu kitapta olduğu gibi birçok kitapta daha beni fazlasıyla rahatsız eden bir durum var. Karakterlerin yaşı çok küçük. Efsane'de Day ve June 15-16 yaşlarındalar. Yaşlarımız çok yakın ama yaptıklarımız birbirinden çok uzak. Hani tabii ki bir hırsız veya deha falan değiliz fakat bu kadar da olmaz. Düşündükleri, yaptıkları, yapabileceklerine inandıkları fazla olgun. Nedense yabancı ülkelerin (özellikle Amerika) ergenlerden beklentileri çok büyük. (''beklenti'' kelimesini ne kadar da çok kullandım :D) Filmler ve Filimler diye bir youtube kanalı var, belki denk gelmişsinizdir. Parodilerinde bu konuyla ilgili çok komik yerler vardı. Aklıma geldikçe gülüyorum :D

Kitaptaki karakterlere karşı bir türlü yakın hissedemedim. Halbuki yaşıttık, değil mi? İçinizden ''Day öyle olmak zorundaydı, sen rahatsın tabii.'' dediğinizi duyabiliyorum. İşte tam da bu yüzden yakınlık hissedemedim. Day aranan bir suçluydu, June çok zeki biriydi. Nasıl yakın hissedebilirim ki? Ne ben böyle biriyim ne de çevremde böyle insanlar var. Hadi diyelim ki benim çevrem darmış, bu yaşta yapabildiklerine ne demeli? Yaşa taktım, farkındayım. Bi' düşünün. Ya benim çevremdekiler yaşlarının çok gerisinde kalmışlar ya da Amerika ergenleri destekleme konusunda çağ atlamış. Bakın size çok basit bir örnek vereyim. Harry Potter kitaplarında Harry'nin hem çocukluk hem de ergenlik dönemlerine tanık olduk. Ama o yaşının gerektirdiği şekilde hareket ediyordu. O da cesurdu, onun da başında koskocaman bir bela (Voldemort'tan bahsediyoruz burada, boru mu) vardı fakat ben onu kendime çok yakın hissetmiştim. Umarım anlatmak istediğimi anlatabilmişimdir.

Kitap distopya, öyle geçiyor. Bence ağırlık romantikteydi. Başından beri bildiğimiz Day & June birlikteliği hiç sapmaya uğramadı. Kitabın sonuna kadar bu birlikteliğin olacağını bilerek doğru yoldan çıkmadık yani sjsjsj (artık böyle güleceğim, daha samimi sjsjs) Olmasın demiyorum, aşk olmalı ama her şeyin de bir sınırı var.

Kitabı okumayanlar atlasın, bu paragrafta kitaptaki tek şaşırtıcı şey yazacak! 
Kitap bir yerde bana ters köşe yaptı. Metias'ın katili... Hiç beklemiyordum. Bir de fav karakterim çıktı ya ona üzülüyorum. Aslında üzülmüyorum. Bana ne sjsjsjs

Bir de çeviri kitaplarda çevirmenin payı çok büyük. Çevirmen iyiyse kitap iyileşiyor, kötüyse yerin dibine giriyor. Bu kitapta da biraz öyle bir durum oldu. Mesela ama'lar arka arkaya kullanılmıştı ve bu da bir obsesif olarak gözüme battı açıkçası sjsjsjs. Tabii bunu eksikten saymıyorum, burada ne yazarın ne de kitabın suçu var. Hatalar yapılabilir.



Başta da belirttiğim gibi kitaba büyük beklentiyle başlamasaydım, nacizane puanım daha yüksek olurdu.
Şu yaş olayına hep takıldım, hep takılacağım. ''Okuma o zaman.'' dediğinizi duyabiliyorum ve okumaya devam edeceğim sjsjsjs.
Bazen romantik ağırlıklı kitapların bize distopya diye yutturulduğundan korkmuyor değilim.
Benim de bu kitap için yorumum böyle. İster okuyun ister okumayın. Siz bilirsiniz. Kitabı beğenenler daha çok sonuçta.

Görüşürüz. Kendinize iyi bakın!

Disney happy cute hello amy poehler


- E. N. Falconson

1 Temmuz 2016 Cuma

Büyük Budapeşte Oteli | Film Yorumu

Görsel şölen dedikleri bu olmalı!

Bu filmi gerçekten izlemeyi hiç düşünmemiştim. Ama Black'in önerisiyle The Fall adlı bir film izledim ve mest oldum. İnternetten filmin teferruatında saklı bilgileri ararken bir sözlük kullanıcısından ''The Fall'u izlerken tattığım görsel zevki sadece Büyük Budapeşte Oteli'nde tatmıştım.'' yorumunu gördüm ve izlemek istedim. Haklıymış. Detaylar yorumumda.

Filme ait tüm resimler imdb.com'dan alıntıdır.
Orijinal Adı: The Grand Budapest Hotel
Süre: 1 saat 39 dakika
Tür: Macera, Komedi, Suç
Gösterime Giriş Tarihi: 28 Mart 2014 (Amerika)
Yönetmen: Wes Anderson
Yazarlar: Stefan Zweig (notlarından esinlenilmiş), Wes Anderson, Hugo Guinness
Oyuncular: Ralph Fiennes, Adrien Brody, Willem Dafoe, Saoirse Ronan, Edward Norton...
IMDb Puanı: 8,1/10

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasında geçen, kurgusal ülke Zubrowka Cumhuriyeti'ndeki ünlü bir otelde efsane haline gelmiş bir konsiyerj olan Gustave H'nin ve onun en çok güvendiği arkadaşı haline gelecek olan belboy Sıfır Mustafa'nın maceraları olarak konuyu özetleyebiliriz.
IMDb'den kendim çevirdim, anlatım bozukluklarını mazur görün. :D


Bu sefer konu ile ilgili konuşmak istemiyorum. Yani tabii ki konu da olacak ama Batman v Superman'de yaptığım kadar değil. Bu yüzden spoiler konusunda içiniz rahat olsun. Eğer çok önemli bir şey söyleyecek olursam uyarırım zaten.

Film, başlıkta da belirttiğim gibi tam bir görsel şölen. İzlerken diğer filmlerden farkını anlıyorsunuz. Mesela sahnelerden bahsedelim. Normal bir filmde sahnelere elbette dikkat edilir ama ön planda olan sahne düzeni olmadığı için biraz daha günlük hayata benzerler. Bu tür filmlerde ise sahnenin düzenlenişi hemen dikkat çeker. Ne anlatmak istediğimi şöyle açıklayayım: Diyelim yaptığınız bir resmi çekmek istiyorsunuz. Onun çevresine uygun eşyaları dağınık ama ahenkli bir şekilde de koyabilirsiniz; daha düzenli, daha simetrik bir şekilde de koyabilirsiniz. Bana göre film bu gruplardan ikincisine benziyordu. Hemen hemen her sahnede minimalist (yanlışım varsa düzeltin) bir düzenleme vardı. Ben de düzenlik hastası olduğum için (kendi odam dışında) film ayrı bir hoşuma gitti.



Bir de renkler... Ben renkleri sevmem diyordum ama bu filmle anladım ki baya seviyormuşum. Film çok renkliydi ve izlemeye doyamadım diyebilirim. Zaten araştırdığım kadarıyla Wes Anderson'ın tarzı böyleymiş, renkli ve pastel filmler.


Film, oyuncu kadrosu olarak da çok zengindi. Genelde böyle çok fazla ünlü oyuncunun bir araya toplandığı filmler pek güzel olmaz ama burada öyle bir şey söz konusu değil. geekyapar.com sitesinde bir yazı okudum, orada filmin naif olduğu bu yüzden de oyuncuların rollerini basitleştirerek oynadıkları söylenmiş. Doğrusu ben buna fazla dikkat etmemiştim, genelde benim ilgimi arkaplanlar, mekanlar, müzikler, kostümler vb. çeker. Belki de bu yüzden. Ama geekyapar'da da dendiği gibi karakterlerin bir karmaşıklığı yok.

Batman v Superman yorumumu okuduysanız eğer farkına varmışsınızdır ki ben oyuncuların rollerine yakışık yakışmadıklarına da çok dikkat ederim. Bu tabii ki benim üzerime vazife değil ama elden ne gelir, ağzı olan konuşuyor. :D




Filmde en çok dikkat çeken karakter tartışmasız konsiyerj Mösyö Gustave'dı. Ralph Fiennes aynı zamanda Voldemort'u oynamıştı. Bu filmi de izledikten sonra iyi bir oyuncu olduğu kanısına varabilirim bence. Çünkü izlerken gerçekten çok zevk aldım, oynadığı karakter gülümsetti beni. Tepkileri çok doğal geldi.
Aslında herkes iyi rol yapıyordu fakat benim dikkatimi çeken diğer isim Dmitri karakterini oynayan Adrien Brody oldu. Kendisini daha önce Piyanist filminde görmüştüm ve aklımdan hiç geçmezdi Dmitri gibi bir karakteri oynayacağı. Bence kötü karakter olmak ona yakışmıştı. İyi oyuncuların kendilerini kötü rollerde belli ettiklerini düşünüyorum. 
Edward Norton'a da değinmek isterim. Adama her rol yakışıyor. :D Dövüş Kulübü'nde kült olmuştu zaten. Sihirbaz filmindeki halini gördükten sonra ''Tamam artık, başka kimseye sihirbazlık rolü bu kadar yakışmaz.'' dedim. Prestij de sihirbazları konu alan ve hemen hemen aynı tarihlerde geçen bir filmdi ve ben Prestij'i Sihirbaz'dan daha çok sevdiğim halde ne Christian Bale (ki en sevdiğim oyunculardandır) ne de Hugh Jackman bir sihirbaz rolüne bu kadar yakışmıştı. Bu filmde de Norton bir komutanı oynuyor ve anladığım kadarıyla oynadığı karakterin Mösyö Gustave'la bir geçmişi var. Bu paragraf biraz gereksiz oldu, farkındayım fakat Edward Norton'a bir daha değinme fırsatım olmayabilir ve deminki sihirbazlık meselesini blogda yazmasaydım içimde kalırdı. :D




En sevdiğim filmlerde bile ''Şurayı pek beğenmedim.'' dediğim yerler olur ama bu film için aklıma gelmiyor. Sanırım geekyapar'da bahsedildiği gibi karmaşık bir yapısı olmadığı için. Tek bir anlam veremediğim bir yer vardı, o da Agatha'nın doğum lekesi. Böyle detaylara fazla yer verilmez, bir mesaj falan olmalı diye düşünüyor insan.

Az daha müzikleri unutuyordum. :D Müziklerin de basit olduğunu söylüyorlar ama bana tam yerine uygun geldi. Arka fondaki müzikler , neden bilmiyorum, fakat bana bulundukları ortamı çağrıştırdı.



Yorumum ve yorumdan dallanmış görüşlerim burada son buluyor. :D
Yakında görüşmek üzere.

Kaynak: giphy.com

-E. N. Falconson

Neden Bengi Bitig?

Bengi Bitig mi, o da ne?

Öncelikle çok çok özür diliyorum, uzun zamandır giremedim. Gerçi bunları gören, bilen var mı orası meçhul. Kendi kendime de konuşuyor olabilirim yani :D Yine de kendimi açıklayayım. Yaz, Ramazan, karne, tatil, bayram, Doctor Who, Sims 3 vb. derkeen burayı baya bir ihmal ettim. Demin kitap okurken aklıma bir blogum olduğu geldi ve bir yazı yazayım dedim.

Ne zamandır blog isminin neden ''Bengi Bitig'' olduğunu açıklamak istiyordum. Bu fazla uzun bir yazı olmayacak, çünkü destan gibi bir hikayesi yok.

Bu ismi ben değil Black buldu. Instagram hesabımızdaki diğer arkadaşımız var ya, işte o. (@bengibitig hesabımıza bakabilirsiniz, resimlerimiz çok güzeldir.) Bir gün Black'in bir bookstagram açası geldi ve fikrini benimle paylaştı. Ben de ''iyi, tamam, güzel'' gibi yuvarlak kelimelerle geçiştirme ve kabul etme arası bir şey yaptım. Niye geçiştirme diyorum? O durum da şöyle: Bundan önce milyon kere çeşitli sosyal paylaşım platformlarından hesap açmaya yeltendim ve hiçbirinde istediğim sonuca ulaşamadım. Bu da insanın şevkini kırıyor haliyle. Sabret olur diyorlar ama bende o işe yaramıyor :D

 Şimdi Black'e geri dönelim. O, benim geçiştirme ve kabul etme arası cevabımı alınca isim aramaya başlamış.(Bu arada biz bu bookstagram fikrini okulda konuşuyoruz, Black ise isim arayışını evde yapıyor.) Biliyorsunuz ki çoğu Türk kitap bloğunun, bookstagram'ının, booktuber'ının ismi İngilizce kelimelerden oluşmakta. Şahsen bu beni rahatsız ediyordu. Kitap okumayı seven insanlar olarak biricik dilimizi de korumamız gerektiğini düşünüyorum. Black'le düşüncelerimiz aynı çıktı. ''Çoğu kişi ismini yabancı dillerde yapıyor, biz niye öz Türkçe yapmıyoruz?'' dedi ve bu bana çok mantıklı geldi. Kendisi bir araştırma yapmış ve ''bengi'' kelimesinin ''sonsuz, sonsuzluk, ebediyet'' gibi anlamlara, ''bitig'' kelimesinin ise ''yazı, söz'' gibi anlamlara geldiğini öğrenmiş. Muhtemelen bizim kast ettiğimiz anlam direkt ''Bengi Bitig'' kelimesinde ortaya çıkmıyordur. Ancak bizim bu konuda hiç bilgimiz yok maalesef (Orhun Yazıtları bizim ama onu da Danimarkalı bir bilim adamı okumuş, değerlerimize ne kadar ''değer'' verdiğimizi buradan anlayın işte.) Biz de yapabildiğimiz kadarıyla bir tamlama oluşturduk, Türkçemizin güzel kullanılması açısından ilk adımı biz atalım dedik ve ismimizi Bengi Bitig koyduk.

İşte ismimizin böyle bir hikayesi var. Ben size bu hikayeyi aktarırken kendime de harika bir fikir verdim :D Ben araştırmaya, öğrenmeye ve özellikle de yazmaya çok meraklı bir insanım. Merak ettiğim şeyleri (örneğin bu yazımda bahsettiğim Orhun Yazıtları, Transilvanya veya kaktüsler aklınıza ne gelirse) güzel bir araştırma yaparak toplayıp burada sizlerle paylaşmaktan zevk duyarım. Bengi Bitig'in sadece yorumlar yapan bir blog olmasını istemiyorum. Ne de olsa anlamı ''Sonsuz Yazı'' benzeri bir şey.

Bu yazı biraz fazla samimi olmuş olabilir. Bir makale, okul ödevi veya roman olmadığı için her kullandığım kelimenin üstünden geçmek istemedim. Yüz yüze oturup konuşsak da bunları söylerdim. Samimiyetle, sıhhatle, mutlulukla kalın ve dua etmeyi unutmayın diyerek Kadir Gecesi'ne uygun bir kapanış yapalım. Hoşçakalıın.


- E. N. Falconson

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Levana (Ay Günlükleri #3,5) | Kitap Yorumu

Ne çektin be, Levana!

Ay Günlükleri serisi (orijinal adıyla Lunar Chronicles) hemen hemen herkes tarafından bilinen bir kitap haline geldi. Serinin önceki üç kitabını (Cinder, Scarlet ve Cress) okumuş olsam da Levana'yı daha yeni okuduğum için önce bunu yazayım, dedim. O üç kitabın yorumunu da büyük ihtimalle yazın sizinle paylaşacağım. Batman v Superman yorumumu okuduysanız anlamışsınızdır ki ben yorumlamaktan fazlasını yapıyorum, çok uzun sürüyor. :D



Orijinal Adı: Fairest (The Lunar Chronicles: Levana's Story)
Yazarı: Marissa Meyer
Çevirmen: Beril Tüccarbaşıoğlu Uğur
Yayınevi: Artemis Yayınları

Bir de konuyu vermeden araya küçücük bir şey sıkıştıracağım. Şu konu kısmı dolu görünsün diye araştırırken Winter'ın sonunu öğrendim. Okumadan. Winter'ın sonunu. Ben. Öğrendim. Evet. Harika. :'(

Ayna, ayna, söyle bana benden güzeli var mı Dünya'da? Ya da Ay'da...
İki gezegen arasında aşklarını ne kadar sürdürebilirlerdi ki? Daha doğrusu, bir gezegen ve Ay arasında.Ya da her neyse. 
Saf kötülüğün bir adı var. Aldatıcı maskelerin ardında gizleniyor ve gücü eline geçirmek için "büyü"sünü kullanıyor. Peki ama Kraliçe Levana kim? Yolu Cinder, Scarlet ve Cress'le kesişmeden yıllar önce, Levana'nın çok farklı bir hikâyesi vardı. Daha önce hiç anlatılmamış bir hikâye... Şimdiye kadar

Bunlar internetten kolaylıkla bulabileceğiniz ve benim kitaba künye* yapmaya çalışırken Winter için verilebilecek en pis spoiler'ı yediğim yerde yer alan bilgiler. Konu hakkında daha fazla detay isteyenler buradan bakabilirler: http://lunarchronicles.wikia.com/wiki/Fairest

*künye: Kitabın orijinal adı, yazarı, çevirmeni vb. kısa bilgilerin yer aldığı bölüm.



Yazımız büyük ihtimalle bolca SPOILER içerecektir. Şimdiden uyarımı yapayım.

Bu kitap hakkında daha önce yapılan yorumlara baktım. Çalışkanımdır. :D Biraz da onlarla karşılaştırabilirim. Zaten herkes aynı fikirde, bir ben farklı düşünüyorum. Ama yine de unutmamak lazım, farklı bakış açılarını tanımak kötü bir şey değil. Hem belki benim dediklerime katılacaksınız. Okuldaki bir arkadaşımla aynı düşünceleri paylaşıyorduk mesela. Sanırım bu biraz da bağlamla alakalı.

Kitap çok kısaydı, ben bile hemen bitiriverdim ki ben kaplumbağa kadar yavaş okurum. Ama heyecanlıydı da bence. Cinder, Scarlet ve Cress'de boşlukta kalan kısımları bu kitapla doldurmuş sanki Meyer. İyi de olmuş aslında. Para kazanmak için yazmamış bu kitabı. Çünkü genelde öyle yapılır. Kitap tutulursa hemen ekstradan bir tane daha. Tabii yazarlar öyle yapınca tüm seriyi batırmış oluyorlar. Neyse ki bu seride böyle bir durum söz konusu olmadı. Labirent mesela, dördüncü kitabı çıkmadan çok iyiydi. Sonra bozuldu.

Kitap, Levana'nın rüyasıyla başlıyor. Rüyasında teninin yandığından ve nasıl hissettiğinden bahsediyor. Buradan Levana'nın geçmişinde de Cinder'ınkine benzer bir olay olduğunu anlıyoruz. Kitaptan Levana'nın ailesi ve ablası Channary'nin kraliçeliği ile daha detaylı bilgiler ediniyoruz. Kral ile Kraliçe'nin bir kabuk tarafından öldürülmesiyle Channary tahta geçiyor. Ablası Levana'yı sürekli küçük düşürüyor ve hep onunla alay ediyor. Tamam, bizim de kardeşlerimizle uğraştığımız olur ama bu denli rencide etmeye içimiz el vermez. Doğduğundan beri bu rencideye maruz kalan Levana'nın neden serinin diğer kitaplarında o kadar acımasız olduğunu da anlamış oluyoruz. Bu noktada ''Olsun. Yine de öyle yapmaması gerekirdi.'' diyebilirsiniz. Belki haklısınızdır da. Ama insanların olaylara verdiği tepkiler küçükken nasıl yetiştirildiğine bağlı olarak çok değişiyor. Ayrıca kişilik yapısına da bağlı. Seri katiller neden öldürmekten zevk alıyor sizce? Kişilik bozukluğu... Öyle değil mi? Peki sizce kişilik bozukluğu doğuştan mı gelir yoksa insanların küçükken geçirdiği travmalardan mı? İkisi de. Levana'ya geri dönecek olursak ilgiye muhtaç yetiştirilmesi, ablası tarafından aşağılanması, kullanılması ve YAKILMASI da bahsettiğimiz travmalardan sayılmaz mı? Okuduğum diğer blog yazılarına göre sayılmıyor sanırım. Ne de olsa hepimiz bir büyüğümüz tarafından yakılmışızdır, çok doğal bir şey (!)

Channary zevkine düşkün, onla bunla yatıp kalkan, çapkın ve bizim tabirimizle söylemek istemediğim sıfatlara sahip bir insanken yaşı büyük diye tahta geçiyor. Levana, devlet işleriyle ondan daha çok ilgileniyor. Bunla ilgili de tarihten bir sürü örnek verilebilir. En büyük veliahdın başa geçmesinden doğan sorunlar olmuştur. Demek istediğim, ben Levana'nın yerinde olsam ablamı devirmeye çalışırdım. ''Ama o senin ablan...'' diyen iyi kalplileri duyabiliyorum. Bu işlerde insanın gözünün yaşına bakmayacaksın. Channary elinden gelse ülkedeki tüm adamlardan çocuk yapabilecekken Levana'nın söz hakkının bulunmaması, adil değil. Bence burada hakkını savunmalıydı. Yani yaptıkları bana göre az bile. :D

Selene'i (Cinder'ı) yakma meselesine gelirsek... Çok vahşice görünüyor. Sanırım. Bana çok vahşice gelmiyor. Tarih kitapları (tamam, tarihi kurgu, itiraf ediyorum. Çok da tarih değil :D) okursanız bu da size normal gelecek zamanla. Öyle bir yönetimde tabii. Şimdi normal değil, yanlış anlamayın. :D Ben olsam ne yapardım? Yakmazdım. Birini bulur ona kesin olarak öldürtürdüm. Ölmedi işte Selene. Senin başına bela olacak. Bir de düşünsenize. Ablanız size yapmadığını bırakmamış, devlete karşı ilgisi sıfır ve sırf onun bir kızı olduğundan sadece 13 yıl tahtta kalabileceksiniz. Kadın sultanların çocuk padişahlar büyüyene kadar yönetime karışması gibi bir şey bu. Hükümdar vekili mi ne, öyle bir şey. Abi sizi bilmem, ama ben sinir olurdum. Oldum da. Çok belli, değil mi? :D

Kitapta Levana'nın yaptıkları arasından sadece bir şeyi haklı bulmadım. Evret Hayle'la zorla beraber olması ve onun ölen karısının yüzünü sahiplenmesi... Neden bilmiyorum, bu bana yanlış geldi ancak rahatsız etmedi. Aslında Levana için en üzüldüğüm durumlardan biri de bu oldu. Tek gerçek aşkından hiçbir zaman karşılık alamadı. 10 yıl sonra bile... Ama o hikayenin ''Evil Queen''i olduğu için onun başına ne gelirse gelsin kimse ona acımaz, değil mi (!) Üstüne üstlük bu Evret eniştemiz ne yaptı, tahmin edin. Kıza yıllarca gerçek yüzünü görmek istiyorum (Levana biyoelektrik gücünü kullanıyor herkese karşı. Ama niye? Ona da geleceğiz.), sana güvenmek istiyorum dedi, dedi. Kız pes edip yüzünü gösterince onunla bir daha konuşmadı. Affedersiniz ama bu odunluk değildir de nedir? Kerim bile Hülya'ya aşık oldu (evet, Türk dizilerini de izliyorum, ne olmuş? :D), sen yıllardır kızı sevemedin. Yetmezmiş gibi, gerçek yüzünü görünce kızla iletişimi kestin resmen. Gerçek yüzü de çirkinlikten değil. Ablası yakmış demiştim ya, gerçek manada yakmış. Kızın yüzünden el bileğine kadar sağ (ya da sol, onu hatırlamıyorum) tarafı tamamen yanmış. Aklıma bu esnada Two-Face geldi. Gülecektim. Gülemedim. Yapılır mı bu? Gerçekten yapılır mı bu? İnsan bi' teselli eder. Sevdiğiniz kişi başkasıyla yan yana dursa bile içiniz cız etmiyor mu? Başka birini sevdiğini açık açık dile getirdiğinde kalbiniz paramparça olmuyor mu? Levana hayali bir karakter tabii ama madem kitaptaki her şeyi gerçek dünyaya göre kıyaslıyoruz, bunu da göz önüne alalım.

Dünyaya hakim olma meselesi... Levana bunu istiyordu. Düşmanca, değil mi? Şu an yaşadığımız dünyada ülkeler farklı mı peki? Diğer ülkeleri hem fiziksel hem zihinsel sömürme farklı bir şey tabii canım, hiçbirinin hakim olmak gibi kötü bir amacı yok tabii (!) Umarım demek istediğimi anlamışsınızdır çünkü çok kapalı anlattım. :D

Yorumum bitti. Biraz atarlı bir yorum oldu bu sefer. Mizahi yazmak isterdim fakat bu konuda sinirlerim hopladı, ben de açıklayıcı bir şeyler yazayım dedim. Diğer bloglarda Levana için o kadar kötü (karakter için, kitap için değil) yorumu görmeseydim muhtemelen bu kadar atara gelmezdim. Ama şunu fark ettim: İnsanlar empati kurmaktan gerçekten aciz. Ben de bu yüzden dışlanmıştım. Bazen görünene bakmak yeterli olmuyor, biraz derinlere inmek gerekiyor. Diğer insanları anlamamız için aynı olayların bizim başımıza da gelmesi lazımmış gibi yaşıyoruz. Biz başkalarını dinleyemiyoruz, anlamaya çalışmıyoruz. Ne anlattığından bihaberken kendi düşüncemizi yüzüne yapıştırmak için sözünü kesiyoruz. Halbuki bir dinlesek...

Özetleyecek olursak; kitaba önyargıyla başlamayın. ''Levana kötü biri, hiçbir izahı olamaz.'' demeyin başlarken. Ben kitabı okumaya başladığımda aklımda başka şeyler vardı bu yüzden nötr olarak başlamış bulundum kitaba. Aslında düşününce ben Levana'ya kin beslemiyordum. Zaten kötü karakterlere karşı bir ilgim vardır. :D Yine de yaptıklarında çok da haksız olmadığını kanıtlamak için öne sürdüğüm nedenleri yeniden araştırmadım. Batman v Superman yorumumda dediğim gibi her yerden bir şey çıkarır oldum. Umarım iyi bir şeydir. :D

Son olarak Levana kitabını sevmemin nedenlerinden biri de baş kahramanın (Levana'nın) saf ve masum kızlardan olmaması. Öyle kızlardan tiksiniyorum. ''Her şey benim suçum.'' diyenlerden de. Mıy mıy mıy. Klasik müziği seviyormuş gibi görünüp de dinlerken kendini uyumamak için zor tutanlar gibi hissediyorum onları okurken. :D

Ben kitabı beğendim. Çoğu kişinin aksine Levana'yı da anladım, sevdim, acıdım.


Bu kitaptaki detaylar haliyle diğerlerinkinden azdı ama boşlukları doldurması ve olayları uzatmaması hoşuma gitti. Ayrıca çevirmenden midir, nedir bu kitabın ve Cress'in anlatımını daha iyi buldum.


Biraz fanartlardan bahsetmek istiyorum. 
İnternette dolaşan bir fanart var, tüm karakterler resmedilmiş. Benim de favorim o resimlerdeki Levana:



Şu da fena değil, tül falan:



Bu ise ablası olacak ''uyuz'' Channary (ne desem bilemedim :D) :


Bir de ben Levana için ilk baştaki fanarttan başka Pamuk Prenses ve Avcı filminde Kötü Kraliçe'yi oynayan Charlize Theron'u yakıştırıyorum. Çok güzel bir bayan. O filmde de Kristen'ı baya solladı zaten. Yeni filmde Pamuk Prenses yok, ne kadar solladıysa artık. :D




Final Bonus: İlk defa bir kitabın Türkiye'de yayınlanmış kapağını daha çok beğendim. Orijinalindeki resimler bence birbirine uymuyor. Konu oturmuş ama resimler çekiminden mi, photoshop'undan mı, renk tonlarından mı ne; birbirine uymuyor. Teşekkürler Artemis!

Kaynak: booksbonesbuffy.com


En En En Son Söz

Diyelim bu kitabı okudunuz ve bana katılmadınız. Size bir kitap önereyim: Suskunlar (Lorenzo Carcaterra) Bu kitabı da bir okuyun. O zaman insanların nasıl tamamen değişebildiğini, hayata bakış açısının nasıl 180 derece dönebildiğini, kendi hayatını neden çamura atmak için bu kadar hevesli olduğunu anlarsınız. Gerçek anlamda kötülerle tanışırsınız. Hiçbir sebebi ve haklı gerekçesi olmayan kötülerle. En kötü yanı da, bu hikaye gerçek bir hayat hikayesi. Size o kadar dokunuyor ki bu... Sonu kurgu hikayeler gibi olmuyor, gerçek dünyada nasıl olacaksa öyle oluyor. Ama sizi öyle bir avutuyor ki, kalkıp göbek atasınız geliyor.

Buradaki amacım size Levana'nın haklı olduğunu kanıtlamak değil, benim haklı olduğumu kanıtlamak. :D

Kitaptan ziyade gerçek insanlara karşı bir yorum ve biraz da eleştiri oldu bu. Benim çenem açılırsa söyleyeceğim bitmez. Sizi sıktıysam kusura bakmayın. Ama ben yorum yaparken başka konulara da kolaylıkla girebilen bir insanım. Beni de böyle kabul ediverin işte.

- E. N. FALCONSON

15 Mayıs 2016 Pazar

Batman v Superman | Film Yorumu

Ihım, ilk yorumumla karşınızdayım.

İlk yorum için daha özel bir şeyler düşünmüştüm. En sevdiğim film, kitap veya favori dizimin son bölümü gibi. Ama her öğrencinin ortak derdi, hocaların birbiriyle ''Acaba hangimiz çocuklara daha zor soru sorabiliriz?'' diye yarıştığı, etrafta okullu zombilerin kol gezdiği dönem olan sınav haftalarına 7-8 gün kaldı ve tabiri caizse benim ineklemem gerekiyor. Bu yüzden daha hafızamda taze olan filmlerden birini yorumlamak istedim. Tabii yorumlamak bana düşmez. Hani bir şey izler veya okursunuz da onu fena halde biriyle konuşmak, tartışmak istersiniz ya... Heh işte bu onun gibi bir şey. Önce yapım yılı, oyuncular, IMDb puanı gibi teferruattan bahsettikten sonra yoruma geçeceğim. 

NOT: Resimler bazen mobilden biraz bulanık görünüyor. HD görmek isterseniz resmin üzerine basmanız yeterli.

bcfgh

Orijinal Adı: Batman v Superman: Dawn of Justice
Süre: 2 saat 31 dakika
Tür: Aksiyon, Macera, Fantastik
Gösterime Giriş Tarihi: 25 Mart 2016
Yönetmen: Zack Snyder
Yazarlar: Chris Terrio, David S. Goyer
Oyuncular: Ben Affleck, Henry Cavill, Gal Gadot, Amy Adams...
IMDb Puanı: 7,1/10

Superman dünyaya ''umut''la birlikte ölümü ve korkuyu da getirmiştir. Onu sevenler ve iyi olduğunu düşünenlerin yanında ondan nefret eden ve intikam almak isteyenler de vardır. Bruce Wayne de Superman'in dünyaya yıkımdan başka bir şey getirmediğini düşünenler arasındadır. Batman'e dönüşerek dünyayı Superman'den kurtarmak istemektedir.




Öncelikle sizi uyarayım, yazımız spoiler içerebilir. İzledikten sonra okumanızı tavsiye ederim ama yine de içerik hakkında detaylı ve izlerken bana küfredebileceğiniz bilgiler verirken SPOILER yazıp sizi uyaracağım. ;)

Yıl boyunca martın sonunu iple çekmiştim. Çünkü Batman benim favori süperkahramanlarımdan ve Christopher Nolan da filmin yönetici yapımcısı (wikipedia'da öyle diyor :D) Nolan'ın The Dark Knight üçlemesi efsane olunca filmi izlemek bana farz oldu. Ve bilin bakalım martın sonunda benim filme ilk çıktığı gün gitmemi engelleyecek ne oldu? Dönemin ilk yazılı haftasına girdik. Velhasıl Batman v Superman'e 2-3 hafta gecikmeyle gidebildim. 

Gerçeği söylemem gerekirse film başta beklentilerimi karşılamadı. Kötü değildi, kesinlikle kötü değildi. Ama ben The Dark Knight gibisinden bir yapım beklerken Man of Steel gibi bir yapımla karşılaştım. O da kötü değildi ama konunun işlenişi, sürükleyicilik vb. açılardan The Dark Knight üçlemesinin birkaç tık altındaydı. Batman v Superman de Man of Steel'in devamı olduğundan onun işlenişini daha çok andırıyordu. Bu arada The Dark Knight üçlemesi benim favori filmlerimden olduğu için kıyaslamayı onunla yapacağım. Umarım bu sizi rahatsız etmez. :D

Filmde kahraman olarak sadece Batman ile Superman geçmiyordu. Wonder Woman başroller arasında olduğu gibi Flash, Cyborg ve Aquaman'in de bahsi geçti. Bu arada Flash'ı maalesef Grant Gustin değil Ezra Miller oynuyor. O da iyi bir iş çıkaracaktır ileride bir Flash filmi olursa tabii ama çizgiromandaki tasvire birebir uymasa da Barry Allen karakterinde Grant Gustin'i görmeye alışmıştık.

Batman Begins'te (The Dark Knight Üçlemesi #1) olduğu gibi bu filmde de Bruce Wayne'in annesinin ve babasının öldürülmesine değinilmiş. TWD izleyenlere hafiften komik gelebilecek tarafı ise şu: Bruce Wayne'in annesi Martha'yı Lauren Cohan, babası Thomas'ı Jeffrey Dean Morgan oynuyor. Aslında film biraz da bunun üzerinden yürüyor. Dikkat SPOILER, Batman tam Superman'i Krypton ile öldürecekken onun üvey annesinin adının da Martha olduğunu öğreniyor ve öldürmekten vazgeçiyor. Peki tek nedeni bu mu? Değil tabii ki. 

Filmdeki kötü karakterimiz Lex Luthor. Çizgiromanlardaki ününe karşılık filmde pek de ''best villain'' olacak tarzda yansıtılmadı bize. Demek istediğimi filmdeki Lex Luthor'u Joker'le, Loki'yle, Voldemort'la vb. ile karşılaştırırsanız anlayabilirsiniz. Jesse Eisenberg bence yine iyi bir oyunculuk sergilemişti ama bu onu unutulmaz bir kötü karakter yapmaya yetmeyecek gibi görünüyor. 

Neden Lex Luthor'dan bahsettin ki şimdi diyorsanız izleyenler spoiler uyarıma bir daha baksın izlemeyenler ise SPOILER TEHLİKESİ GEÇTİ yazan yere kadar atlasın. Batman Superman'e baştan beri ayar oluyor. Bruce zengin tabii her seferinde zırhını, arabasını, kendini daha da güçlenirip Superman'e ikide bir saldırıyor. Ama Superman'e boşuna ''Man of Steel (Çelik Adam)'' demiyorlar. Adama tam anlamıyla kurşun işlemiyor. Derken Bruce son kez kendini güçlendiriyor ve ''Ya o ölecek ya ben.'' diyerek Superman'e, Gotham'a gelmesi için o meşhur işaretini (fenerdeki yarasa, çaktınız değil mi?) gönderiyor. Lex Luthor da bunların arasındaki husumetten faydalanıyor; Clark'ın (Superman yani) gerçeği kadar çok sevdiği üvey annesini kaçırıyor ve Superman'e şantaj yapıyor. ''Git Batman'i öldür.'' Ama Clark uyumlu insan, ''Gel,'' diyor Batman'e ''Bu Lex bana seni öldürmemi söyledi. Biz yine de beraber savaşalım ona karşı.'' Ama Superman birilerini kurtarmak için başkalarına o kadar çok zarar vermiştir ki Batman hala ''Ya sen ya ben.'' diyerek onunla savaşmaya devam ediyor. Ama demin özetlediğim savaşma sahnesi bence gayet güzeldi:


Video çok kaliteli değil ve tüm sahneleri içermiyor ama bulabildiklerimin arasında en iyisiydi. Alıntı yaptığım Youtube kanalı: The Living TribunalTM

Superman'in ''Eğer seni öldürmezsem onu öldürecekler... Martha'yı.'' demesi Batman'in duraksamasına yol açıyor. O sırada Lois Lane gelip Batman'e engel oluyor. Ama film burada bitmiyor tabii. Lex Luthor bilmediği haltlara karışarak başlarına daha büyük bir bela açıyor. General Zod'u (Man of Steel'de Superman ile şehrin altını üstüne getiren kavgayı yapan adam, filmin sonunda ölmüştü.) dev bir canavara dönüştürüyor. Bu sahnede salondaki küçük bir çocuk aceleyle ve çok sesli bir şekilde dışarı çıkmıştı :D Şehrin tekrar içine eden bu canavarımsı şeye karşı birlikte savaşmaya karar veriyorlar ki bence o sahneler de müthişti. Bu sırada Wonder Woman çıkageliyor. Bence filmdeki en iyi karakterlerden biri oydu, bir bakıma filmi kurtaranlardan biriydi.

SPOILER TEHLİKESİ GEÇTİ, Filmi konusu itibariyle yorumladığımıza göre şimdi karakter seçimine, filmin ilerleyişine, soundtracklere vb. geçebiliriz.

Oyuncu seçimi bence o kadar da iyi değildi. Hepsi çok iyi oyuncular ama ben o rollere pek uyduramadım. Bruce Wayne'den başlayalım. Ben Affleck çok iyi bir aktör. Ama Bruce Wayne için biraz ağırbaşlı kaçıyor. Veya o şekilde oynadı, bilemeyeceğim. Benim için Bruce Wayne, Christian Bale'in oynadığı. Oradan buradan edindiğim bilgilere göre Bruce Wayne uçarı bir tipmiş. Bale'in Bruce Wayne'ken şımarık bir tipe, Batman'ken ciddi bir tipe bürünmesi benim çok hoşuma gitmişti. Ben Affleck ise çok iyi bir oyuncu olmasına rağmen Bruce Wayne'in daha ele avuca sığar bir versiyonunu, sanki biraz yaşlanmış halini oynar gibiydi. Yine de rolünü çok iyi yaptı, izlerken rahatsız olmadım. 

Henry Cavill, Superman için biçilmiş kaftan. En azından bana öyle geliyor. Çene yapısı, yüz hatları, mimikleri falan Clark Kent'e benziyor. Çok tanınmamış bir yüz olması bizim role inanmamızı kolaylaştırıyor. Adam aslında izin verilse tanınacak ama alacağı rolleri hep Robert Pattinson kapmış. Pattinson yerine Harry Potter'da Cedric rolünde veya Alacakaranlık'ta Edward rolünde Cavill'i görebilirdik. Ama ikisini de alamamış, bu şanssızlıklar silsilesi üzerine bir de bi' dergide ''Yılın En Şanssız Adamı'' unvanını almış.

Amy Adams sevdiğim bir oyuncu olmasına rağmen tanınmış bir yüz olduğundan onu Lois Lane olarak görmek biraz zor oldu. Gal Gadot, Wonder Woman karakterine çok yakışmıştı. Jesse Eisenberg ise çoğu filmde sergilediği başarısını bu filmde de sergiledi ancak Lex Luthor maalesef bir Joker, bir Loki veya bir Red Skull olamadı.

Ama her şeyden öte... Alfred hiç olmamış. Jeremy Irons, Alfred için fazla modern kaçmış. Michael Caine baba yarısı uşak rolüne çok yakışıyordu. Irons teknolojiyle daha ilgili bir Alfred'i canlandırmış. Caine'den sonra Irons'a filmde alışamadım, zaten Bruce'la çalışırlarken onun Alfred olduğunu bile zor tahmin ettim. 

Oyuncu meselesini kapatıp filmin ilerleyişine geçelim. Baştan beri bir aksiyon olmasına rağmen bence filmin sonlarına doğru yapılan dövüş sahneleri diğer sahneleri gölgede bıraktı. 

FENA SPOILER, filmi izlemeden önce arkadaşlarımdan Batman'in öleceğini duymuştum ve resmen atara gelmiştim. Çünkü Civil War'ın çizgiromanında Kaptan Amerika da ölüyor ve ben Team Cap'im. Tüm tuttuklarım ölecekse bunu düşmanlarıma karşı kullanayım derken film bana resmen hareket çekti. Superman öldü. Bence ölmedi tabii ama bunu devam filmi gelmeden kesin olarak bilemeyeceğiz. Bu arada Bruce Wayne'in ve Diana Prince'in (Wonder Woman) aralarında yaptıkları konuşmadan Justice League filminin devam filmi olarak geleceğini anlıyoruz. 
      
Son olarak üç şey söylemek istiyorum: 

Filmin soundtrack'i benim favori bestecim Hans Zimmer ve Junkie XL tarafından yapılmış. Ben soundtarck'i beğendim. Sizin de hoşunuza gidebilir. Bu linkten trackleri dinleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/playlist?list=PLBKadB95sF44vjNzNABcYoF_7ae6lAgJM

Filmin reklamı çok iyi yapıldı. Turkish Airlines sponsor olunca zaten ülkecek ''Asın bayrakları.'' moduna girdik. Bunun yanında LCW ve Koton gibi mağazalar tişörtlerini bastı. Gerçi bu her süperkahraman filmi için oluyor, bu yüzden belirleyici bir reklam sayılmaz. Ama reklamı iyi yapıldı demek için Turkish Airlines bile yetiyor zaten. Dünya çapında en iyi havayolu desek yeridir.

Filmin afiş tasarımlarını da çok sevdim ben: 


Mesela bu afişte sevdiğim her şey var. Superman'in olduğu taraftaki renk uyumu, Batman'in siyah beyaz gösterilmesi, afişe yırtılmış görüntüsünün verilmesi, Batman logosunun üzerine kırmızıyla Superman logosunun konulması... Filmin özeti bile denebilir. Tabii spoiler'sız. Son zamanlarda her yerden çıkarım yapar oldum. Sanırım Sherlock izlemenin yan etkisi. :D



Bir profesyonel olmayabilirim ama sıradan insanların da yorumları, değerlendirmeleri ve puanları lazım, değil mi? :D Genelde IMDb'den yüksek veririm. Yine öyle yaptım. Önce 7 verecektim ama düşününce filmin aslında çok da fena olmadığına karar kıldım. 

Kendinize iyi bakın, umarım anlatımımı beğenmişsinizdir. En yakın zamanda görüşmek üzere! 

-E. N. FALCONSON